14 Kasım 2013 Perşembe

Yokuş

Bir kötü mahalleden bir ucuz mahalleye, iyilik taşları ile kurulu bir nankör yokuş kurulmuş. Oysa ki ne hadsiz koşuyordu çocuklar o yokuştan... Hiç düşmeyeceklermiş gibi, yere en yakın vakitleri üç-beş melodi ile bir sigara; hallice birkaç satırdan kurulu küçük dünyaları vardı çocukların; yokuş aşağı, yıllar ileri koşuyorlardı. Kötü adamlardan koruyorlardı kadınlarını; kadınlarından öte her adam kötüydü bu nankör yokuşta; oysa ki, sanki tek sermayeleri sakallarıydı adamlıkta. Kadın sinsi, kadın nankör, kadın güzel, kadın masum, kadın güzeldi ve her vasfı adamın penceresinden kazanıyormuş gibi, çağdaş ağaçlarla örülü ataerkil bir yokuştu burası. Sakal attıkça çocuklar, kuyuya düşenler oluyordu; mikropların, devletlerin, borçların ve kaderin açtığı kuyulardan alaşağı oluyorda koca koca adamlar, hanımlar... Tüm yokuş sürecekmiş gibi acıları yere eğiliyordu çocuklar; sanki kilometreler atınca kuyulardan çıkan sesler kesilmeyecek, yüzler eskimeyecekmiş gibi... O da eskiyor bu nankör yokuşta ve nice hayaller sükutla buluşuyor bu çocuklar için. Ah ki o oyuncaklara, ah ki o şiirlere, ah ki o intikamlara, ah ki o mevsimlerin getirdiği adaletsizliklere... Yokuş nankör; mahalle kötü; kirlenmiş hayatlar, bencillikler, sorumluluklar, imkansızlıklar, isteksizlik eldiveni giydirilmiş hırslı parmaklar, aşklar ve hallice birkaç satırdan kurulu küçük dünyaları vardı artık adamların; adamlar; üç-beş melodisi elinden alınmış küçük çocuklarmış aslında.