23 Eylül 2013 Pazartesi

İçimdeki Rejim Nefreti - 1

Türk sinema tarihinin en baş köşesine yerleştireceğim birkaç filmden biridir Sinan Çetin'in "Kağıt" filmi. İnce sahneleri anlayanların birbirine kalabalıklar içinde tebessümle bakacağı bir filmdir.
Bir sahnesinde "her yasak kendi isyancısını yaratır" diyor; ki, bana sorarsanız "isyan"ı meşru kılan bir numaralı cümledir.
Buna benzer: her rejim kendi değerlerini yaratır. Ve içine aldığı toplumu yarattığı bu değerlere göre bir hiyerarşiye dizer.
Kapitalist sistemin içinde bir 3. dünya ülkesi olduğumuz için, insana verilen değerlerden; bireylerin önyargıları altında yatan dinamiklere kadar bilumum konuları tartıştığımızda aklımıza ilk başta "para, marka" gibi kavramlar geliyor.
Tıpkı Nazi Almanya'sında toplumun bireylere değer biçerken kurduğu hiyerarşide akla ilk gelen kavramın "ırk" ya da "fiziksel güç" ve hatta "komünist olmamak" olması gibi...
Tıpkı kapitalist sistemin tersine, bürokratik oligarşinin olduğu bir ülkede milyon dolarlık iş adamlarının "memur" önünde el pençe divan durması gibi...
Her rejim kendi değerlerini yaratır, bu değerlere göre toplumu sınıflara ayırır; şekillendirir, ve toplumun bu değerler sınırında insanlara saygı göstermesini, bu değerler çerçevesinde insanları sevmesini bekler.
Rejim topluma bunu yapmasını emreder. Farklı değerlerce bireyleri yargılayan kimselerin ise buharlaşıp gideceğini, öleceğini, sistemin yarattığı kalabalık yüzünden sesini asla duyuramayacağını söyler.
Örneğin faşist düzende "güçlü olan yaşar".
Kapitalist düzende orta sınıf şükreder, fakir sınıfsa karnını doyurma çabasından sisteme karşı ayaklanamaz, ayaklanırsa da sistem onu içine alır. (hapse atar, susturur, öldürür, "terörist" gibi katledilmesini meşru kılacak sıfatlar yükler gruplara)
Sosyalist düzende ise "çalışmayan ölür". Bireylerin aile, din, aşk gibi kaygılardan sıyrılıp devleti kalkındırmak için "herkesin herkes gibi" çalışması gerekir.

Şimdi bu sıkıcı örneklerden arınıp kendi toplumuma bakıyorum. Ve hatta kendime bakıyorum.
"Bir insana değer verirken, toplumumuz neye bakıyor? Sistem bugüne kadar hangi değerlerce insanları yargılamamızı emretti? Ben neye göre yargılıyorum?"
1. Cumhuriyet rejimi, bir insanın üç tipte olmasını istiyordu: türk, sunni, laik... Sistem bu üç özelliği benimsemiş kimselerin yükselmesine izin veriyordu ve üç kimlik dışında elini kaldıranlara...
Türk değil Kürt olana ağır bir devlet politikası uyguluyordu.
Sunni değil Alevi olanı katlediyordu.
Laik/seküler değil dindar olanı ise okula, kamuya, bürokrasiye, meclise sokmuyordu.
Yani yukarıda yazdığım gibi sistem onu "buharlaştırıyordu".
Bugün uygulanan rejimin ne yaptığı ortada, uzun uzun yazmayacağım. Ama sağ merkezin ülkeye soktuğu kapitalist genlerin ne yaptığını da konuşmak gerekiyor.
Şunu anlayamıyorum: faşist düzen, bürokratik düzen, sosyalist düzen ve bu düzenlerin sunduğu değerler, bu düzenlerin sunduğu "örnek vatandaş tipi" bu topluma yanlış geldi; kanını pıhtılaştırdı da, kapitalist düzenin emrettiklerine nasıl "eyvallah" dendi?
Amerika ikinci dünya savaşı'nı kazandığı için mi toplum paraya, güce tapar oldu?
Çok romantik bir yaklaşım oldu sanırım...
Peki anti-entelektüel hegemonyayı başımıza saran; örneğin vicdan, akıl, edebiyat, tarih, felsefe, tasavvuf gibi konuların ahlaksız ticaretin ve markanın aşağısında durmasının nedeni nedir?
Kodamanların her fikir adamından daha saygın olmasının, daha çok sevilmesinin sebebi nedir?
Ve üstelik bu genlerin bize ordan burdan değil, sağ merkezin, muhafazakarların bizzat salonundan bulaşmasını nasıl açıklayabiliyorsunuz?

devam edecek...

Hiç yorum yok: